Ah ne yakışıklı bir adam, kafe'nin duvar kenarındaki bir masasında oturuyor. Çeşitli olaylardan sonra adamın yanına ben düşüyorum. Ben duvar kenarına yerleşebileyim diye sandalyesini azıcık öte tarafa ittiriveriyor. "Uzaklaşmayın." diyorum. Gülüyor. "Biraz votkaya ne dersiniz?" diyor, "Getireyim." diyorum. Babam kafenin sahibi. Kalkıp mutfağa gidiyorum, bardaklara yarısına kadar votka dolduruyorum, bunun bana ağır geleceğini düşünüyorum sonra, ama miktarı azaltmıyorum. Seyreltecek bir şeyler ararken hiç soda kalmadığını fark ediyorum, oysa limon ve soda kullanmayı düşünmüştüm votkaları koyarken. Orada önceden bir yudumunu içtiğim bir şişe açık soda var. Bardağın birine boşaltırken babam içeri, elinde alışveriş poşetleriyle, giriyor. "Soda kalmamıştı, almaya gittim." diyor. Duruyor. "Votka mı içiyorsun? Ben, soda yoksa tonik kullanacağını düşünürdüm."diyor. Hak veriyorum. İçki rafından toniği buluyorum, koyu kırmızı bir tonik. Bardaklara boşaltmamla birlikte votka-tonik vişne çürüğü bir renk alıyor. Bir votka-tonik bu kadar koyu renkte olur mu hiç diye düşünerek uyandım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)