Nefesim kesiliyor. Hala da kesik. Çok acelemiz var. Bankaya gidip para çekmemiz lazım çünkü alelacele mavi eve (?) gitmemiz lazım. Sen önde ben arkada koşuyoruz. Bankadan para çekiyoruz. Sonra mavi eve koşuyoruz. Sonra... sonra.
ree
Akşamüstü. Otobüs durağındayım. Arkadaşlarımın evine partiye gidiyorum. Yanımda K. de var. Arkadaşlarım onun da arkadaşları. Havadan sudan konuşuyoruz. Tenis falan ve birbirimizi uzun süredir görmediğimizden. Otobüs geliyor, önce K. biniyor. Otobüsün arkasına doğru yol alıyor. Birinin yanına mı oturdu yoksa yan yana iki boş koltuk mu seçti bilemiyorum. Onunla oturmak için arkaya kadar yürüyüp sonra onun başkasıyla oturduğunu görüp utanıp geri dönmek istemiyorum. En öndeki ikili boş koltuklardan birine oturuyorum. K. yanıma geliyor, oturabilir miyim, diyor. Tabii, diyorum. Ben ikimize arkada koltuk bulmuştum, diyor. Bilemedim, diyorum. İçimden yanıma oturmana şaşırıyorum çünkü uzun zamandır beni görmeye gelmedin. Sahne değişiyor. Akşam. Partideyiz. Uykum geliyor, salondaki koltukta uyuyakalıyorum. Uyandığımda etrafımda kimse yok. Herkes gitti diye düşünüyorum, bilmediğim bu evde yapayalnız kaldım. Sonra K.'nin üstüme ceketini örttüğünü fark ediyorum, ve yanıma anahtarlarını bıraktığını. Beni bırakıp gitmemiş, ve beni bırakıp gitmezmiş. İçeriden sesler duyuyorum. Seslerin geldiği odada bütün arkadaşlarım. K. beni görüyor, bana sarılıyor. Beni özlemiş. Benim de onu özlediğimi düşünürken uyandım.
Sabah. Arabandayız. Yanımda oturuyorsun. Hatırlıyorum, yanımda oturduğunu ve çekindiğimi. Bana bir şeylerden bahsediyorsun uzun uzun. Benden ve bana yaptıklarından ve sana yaptıklarımdan. Başkalarından ve onlara olanlardan. Pek bir şey demiyorum, birkaç kere "Evet." veya "Hayır.". Sahne değişiyor. Dolmuşun en arkasında oturuyoruz. Uzun zamandır yanında oturmadığımı düşünüyorum. Bana bakıyorsun. Şuradaki ağacın renginden ve bir benzin istasyonunun anlamsızlığından bahsediyorsun. Gittiğimiz yerle uzaktan yakından alakası olmayan konular bunlar. Sadece yolda olan şeyler. Sahne değişiyor. Bir bankta oturuyoruz. Hepimizin çok iyi bildiği bir bank bu, seninle son defa dürüstçe konuştuğum yer. Benimle yeniden hiçbir şey dışında bir şeyler olmak istiyorsun, herhangi bir şey. Ağzımı açtığımı görmek istiyorsun. Kafama dokunma hakkını istiyorsun. Sigarama homurdanabilmek istiyorsun. Derdimi dinleyebilmek istiyorsun. Kıskanmak istiyorsun. Hayır, diyorum. Rüyamda seni görmeyi nereden çıkardığımı düşünürken uyandım.
Daha önce başka bir rüyamda gördüğüm bir sahaftayım. Etraftaki kitaplara bakıyorum, hepsi ya kötü, ya bende olan şeyler. Üst kata çıkıyorum. Solda bir kapı var. Bu kapıyı hatırlıyorum. Bu kapıyı geçtiğimde tuhaf şeyler oluyordu ve bunu herkes biliyordu. Açıp içeri giriyorum. Her yer karanlık, çok uzakta, bir odanın yerini belli edercesine bir ışık yanıyor. Yaklaştıkça içinde bir adam ve küçük bir kızın olduğunu fark ediyorum. Adam yer değiştiriyor, kızın kafası büyüyüp küçülüyor. O sırada kafam, plastik bebek kafası gibi kopup havalanıyor. Yakalamaya çalışıyorum. Saçlarımdan tutup kafamı aşağı çekiyorum ama kafam çok güçlü. Yukarı çıkmaya devam ediyor. Zıplayıp kafamı yerine oturtuyorum. Birilerinin beni takip ettiğini hissediyorum. Koşarak tuhaf odadan çıkıyorum. Dışarıda beni, ikisi sahafın sahibi olmak üzere, altı kişi bekliyor. Ne yaşadığımı soruyorlar. Kafamın koptuğunu söylüyorum. Biri bunun yine iyi olduğunu, asıl tavşanların kovalamasının çok korkunç olduğunu söylüyor. Hep birlikte, odaya hepimiz girersek neler olacağını merak ediyoruz. Denemeye karar veriyoruz. Çok boktan şeylerle karşılaşacağımızı düşünürken uyandım.
B. ile bildiğim bir yolda yürüyoruz. Hava kapalı, etrafta çok insan yok. B., sol tarafındaki ağaçların arasında tüylü bir şey görüp ona ilerlemeye başlıyor. Ona oraya gitmemesini çünkü o tüylü şeyin bir ayı yavrusu olduğunu söylüyorum. Yavru doğrulup dişlerini gösteriyor. Koşmaya başlıyoruz. Arkamızdan geliyor. Annesinin de fazla uzakta olmayacağını düşünüyorum. O sırada o da hevesle bize katılıyor. B.'ye karşıdaki binaya girmemiz gerektiğini söylüyorum. Kapıdan içeri girmeden hemen önce B. düşüyor, bu yüzden kapıyı kapatıp kilitlemek için yeterince zamanımız kalmıyor. Yavru hemen arkamızda. Asansöre yöneliyoruz, asansör birinci katta, çağırma düğmesine bastığımız anda ikinci kata çıkmaya başlıyor. Yavru ayının nefesini ensemde hissediyorum. Merdivenlere yöneliyoruz. B., A.'ya dönüşüyor. Dönerek merdivenleri çıkmaya başlıyoruz. Hesaplarıma göre tam dört kat sonra güvendeyiz. Üçüncü kata gelmek üzereyken arkamızda seni görüyorum. Sana binada ayı olduğunu söylüyorum. Bana cevap vermiyorsun. Dördüncü kattaki, hızlıca dolmaya başlayan terasta kendimize üç kişilik bir masa bulup oturuyoruz. Benimle konuşmuyorsun, A.'yla havadan sudan konuşuyorsun. Derken içinde olduğumuz vapur(?) hareket ediyor, sen geride, iskelede kalıyorsun. Bunu benden uzaklaşmak için yaptığını düşünüyorum. Gördüğüm son şey başını ellerinin arasına gömdüğün. İçinde sen olan rüyaları çok hızlı unuttuğumu düşünürken uyandım.
Elimden tutup beni bana uzun zamandır göstermek istediğin bir şeyin olduğu o kapının arkasına sürüklüyorsun. Gördüğüm şey inanılmaz mavilikte üstü kapalı bir deniz. Dönüp sana bakıyorum, seni elinden tutup inanılmaz mavilikteki üstü kapalı denize sürüklüyorum. Gelmeyeceğini, istiyorsam benim yüzebileceğimi söylüyorsun. Bir çıkıntıya dayanıp beni izlemeye başlıyorsun. Elli metre ötedeki tahta duvardan içeri güneş ışığı sızıyor. Ne tarafa yüzeceğimi şaşırıyorum. Üzerimdeki elbise hareketlerimi kısıtlıyor. Çıkıp yanına gelmeye karar veriyorum. Arkada bildiğim bir müzik çalıyor. Benimle dans etmek isteyip istemediğini soruyorum. İstiyorsun. Seni çok özlediğimi söylüyorum. Buraya gelecekten geldiğini, şimdi birlikte olmaya karar verirsek on ay sonra ayrılacağımızı söylüyorsun. Umrumda değil. Seni çok özlediğimi söylüyorum. Ayrılışımızın gerçekten kötü olacağını, bittikten sonra beni bir daha asla görmek istemeyeceğini söylüyorsun. Seni çok özlediğimi düşünüyorum. Beni görmek istemen ile benim olman arasında seçim yapmaya çalışırken uyandım.
Telefonuma senden bir elveda mesajı geliyor. Kendini öldüreceğini düşünüp arıyorum. Kendini öldürüyorsun. Seni vazgeçirmeye çalışıyorum. Hapları aldığını ve muhtemelen on dakika içinde etki edeceklerini söylüyorsun. Sesin gittikçe daha zor çıkıyor. Belli bir noktadan sonra sadece kısık bir "ölmek istemediğin" duyuyorum. Seni yattığın yerden kalkıp evden dışarı çıkmaya zorluyorum, birileri halini görüp 911'i arayabilsin diye. İkna oluyorsun. Başaramazsan diye sana koşmaya başlıyorum. Beş dakika sonra evine vardığımda, yoksun. Koşarak çıktığım merdivenleri koşarak iniyorum. Telefondan küçük bir inleme geliyor ve telefonun kapanıyor. Merdivenlerden yuvarlanıyorum. Benimle birlikte iki kişi daha yuvarlanıyor. Öldüğünü düşünüyorum. Yetişemediğimi. Bu bilinçle neresi olduğunu bilmediğim bir yerlere yürürken seni kafenin birinde kitap okurken buluyorum. Sinirden ne yapacağımı bilemeyip sana vurmaya başlıyorum. Beni birkaç gün sizde kalmaya ikna ediyorsun. Eşyalarımı toplayıp size vardığımda, yoksun. Birkaç saat sonra yanında bir kadın ve bir adamla geliyorsun. Kadın fransızlara benziyor. Yüzüme bakmıyorsun. Kadına bakıyorsun. Benimle konuşmuyorsun. Orada olmamın nedenini sorguluyorum. Sana bağırıp çağırıyorum. Kendini affettirmeye çalışman gerekirken bana neden böyle davrandığını soruyorum. Hiçbiri umrunda değil. Koltukta yatıyorsun. Kulaklıkların kulağında. Evdeki son izlerimi silip gitmeye çalışıyorum. Tekli koltukta oturan kadın benimle dalga geçiyor. Gülüyorsun. "BANA AZICIK BİLE BİR ŞEY DEMEYECEK MİSİN?" diye bağırıyorum yüzüne. Yüzün boş bakıyor. Kafanın öbür tarafa dönmesini seyrediyorum. Aklıma, zaten en başta da benden kurtulmak için ölmüş gibi yaptığın geliyor. Bunları E.'ye anlatmam gerektiğini düşünürken uyandım.
Defterimin arasında duruyorsun. Ö., bana neden yalan söylediğini anlatıyor. Diyor ki bir hastalığın varmış, ölecekmişsin, ne zaman olduğuysa belli değilmiş. Öleceğin için o işi alamamışsın. Sana bakıyorum, "Ne olacak bu iş?" diyorum, bana yarın yapacağın yemeklerden bahsediyorsun. Birkaç tanesini saydıktan sonra "Bilmiyorum... Hepsini yapmayı seviyorum aslında." diyorsun. "Aslında demek istediğim o değildi." diyorum, bir yandan ağlarken sana bence Ö.'nün değil benim sevgilim olman gerektiğini söylüyorum. Gülüyorsun. Öpüşüyoruz. İçeriden biri bana sesleniyor, defterimin başka sayfalarında büyük bir arayışa giriyorum, işim bittiğinde hangi sayfada olduğunu zorlukla buluyorum. Neden hala bu pozisyonda olduğumuz veya nasıl bu hale geldiğimiz hakkında hiçbir fikrim yok. Seni bu şekilde öpmenin ve muhtemelen beni bu şekilde öpmenin çok zor olduğunu düşünüyorum. Öleceğini bildiğim halde dudaklarımı senden alamıyorum. Hemen ertesi gün birini bulduğumu ve X.'in bunu duyunca çok üzülmesini istediğimi düşünürken uyandım.
Çok konuşuyor. Hep çok konuşur. Gereğinden fazla konuşuyor. Bir yerde oturuyorlar, dört kişi, sadece onu tanıyorum. Çimlere geçiyoruz hep beraber. Uzanıyor. Bacaklarının arasına yerleşiyorum, oysa hiç bacaklarının arasına yerleşmedim ben. Göbeğinin büyüdüğünü söylüyorum, vurunca tişörtünün altına balon saklamış gibi ses çıkıyor. Sahne değişiyor. Üç arkadaşımın protesto amacıyla sahneye çıkışını izliyorum. Koşup ben de çıkıyorum, sahne karanlık, oturuyoruz. L. mikrofona uzanıp izleyicilere "Felaketsiniz." diyor. Kimse duymuyor. Karşı sahnede E. var. "Babaaaa. Hadi çalışmayı bırak artık baba." diye sesleniyor önündeki mikrofondan. Bir festivalde sahnede oluşumuza anlam veremeyerek uyandım.
Bütün aile, daha önce gitmediğim bir evde birlikteyiz. O da var, yeni saçlarıyla. Hoş geldin deyip yanağından öpüyorum. Sonra dayanamayıp bir daha öpüyorum. M. içeride sürekli uyuyor. Kapımızın önünde yavru bir kaplan bekliyor. Yeni doğmuş küçük kuzenim inanılmaz zeki, daha önce öğrenmediği pop şarkılarını söyleyebiliyor, bana ne kadar benzediğini düşünüyorum. M. sonunda uyandığında, yan evde oynanan bir oyuna katılacağını söylüyor, benim de gelmemi istiyor. Peki, diyorum. Evden çıkıyorum, yan kapının önünde beklemeye başlıyorum, insanlar koşarak gelip merdivende sıra kapmaya çalışıyorlar. Adam kapıyı açmıyor, bana yenileri istemediklerini söylüyor kapının arkasından, çünkü yeniler güzel olmuyormuş. Ben güzel olduğumu, bana "kal" veya "git" demesi gerektiğini, aramızda kırgınlık olmayacağını söylüyorum. Bu tribim işe yaramış olacak ki kapıyı açıyor. Montlarımızı alıyorlar. Oyun başlıyor. Bizim takım oyunu kaybedecekken ben iyi bir hamle yapıp kazanmamızı sağlıyorum. Ödül olarak da Adam'la yaşamak istediğimi söylüyorum. İçeri gidiyoruz. Adam bana zengin iç çamaşırı koleksiyonunu gösteriyor. Heyecanlanmak istiyorum ama hepsi naylon ve sağlıksız. Birini bana giydiriyor. Gitmek istiyorum, koşarak evden çıkıyorum. Küçük kuzenimin kalemlerinin hepsini alıp almadığımı düşünürken uyandım.
Şehirlerarası bir otobüste M. ile karşılaşıyoruz. Yanında sevgilisi var, ama sevgilisi ben olmak istiyorum. Uzun konuşmalardan ve M'nin bavulunu karıştırmalardan sonra M'nin okuldan, gerçekten sevdiği, başka bir sevgilisinin daha olduğu ortaya çıkıyor. Kız onu terk ediyor, başka sevgili benim umrumda değil; nitekim benim de başka bir sevgilim var. M'nin kucağına yatıyorum, öpüşüyoruz, bazen de eski sevgililerimizden konuşuyoruz. Konu bir şekilde Ö'ye geliyor, ben Ö. ile hala dost olduğumuzu söylüyorum, M. buna anlam veremiyor çünkü Ö. ve U. birlikte. Ben de U'yu daha önce hiç tanımadığımı, bu yüzden Ö. ile arkadaşlığımızın bu nedenle bozulmayacağını; hatta geçen günlerden birinde Ö. ile üç boyutlu Star Wars izlemeye gittiğimizi söylüyorum (başka bir rüyamda olmuştu). M. de birlikte gitmeyi teklif ediyor. Evlere dağılıyoruz, internetten konuşurken onu aramamı istiyor, bir süre Vodafone'dan bahsettikten sonra. Ben arıyorum, telefonu açınca "Aslında sesim seksi değildir. İyi geliyor mu oraya?" diyor. Ben de "Oldukça iyi." diyorum seksi bir sesle.
Sahne değişiyor. Sinemaya gidiyoruz. M, Vodafone, doktorlar ve öpüşmeyi aynı cümlede kullanarak kafamı karıştırıyor. Ben aslında sinema bileti almamıza gerek olmadığını çünkü içeride kontrol etmediklerini söylüyorum, içeri girip kola bardaklarımızı en arka sıranın yanına koyuyoruz ve insanları biraz rahatsız ederek arkadaki boş koltuklardan birine geçiyoruz, el ele. Ekrandakinin dördüncü film olduğunu görüp kikirdiyoruz, Harrison Ford bize gülüyor. Ben gözlüklerimin olmadığını fark ediyorum, M. bana gözlük uzatıyor ve şöyle diyor: "Yandakilerden aldım, onlar konuşmaya gelmişler zaten. Filmi izlemeyeceklermiş.". Sevinip gözlüklerimi takıyorum. Gözlüklü insanların üç boyutlu gözlüğü netleme çilesini yaşarken uyandım.
Sahne değişiyor. Sinemaya gidiyoruz. M, Vodafone, doktorlar ve öpüşmeyi aynı cümlede kullanarak kafamı karıştırıyor. Ben aslında sinema bileti almamıza gerek olmadığını çünkü içeride kontrol etmediklerini söylüyorum, içeri girip kola bardaklarımızı en arka sıranın yanına koyuyoruz ve insanları biraz rahatsız ederek arkadaki boş koltuklardan birine geçiyoruz, el ele. Ekrandakinin dördüncü film olduğunu görüp kikirdiyoruz, Harrison Ford bize gülüyor. Ben gözlüklerimin olmadığını fark ediyorum, M. bana gözlük uzatıyor ve şöyle diyor: "Yandakilerden aldım, onlar konuşmaya gelmişler zaten. Filmi izlemeyeceklermiş.". Sevinip gözlüklerimi takıyorum. Gözlüklü insanların üç boyutlu gözlüğü netleme çilesini yaşarken uyandım.
Yüksek bir yerde oturuyorum. Ellerim dizlerimde, vücudum öne eğik. Önümde duruyor. Elleri üst bacaklarımda. Kollarımız birbirine geçmiş. Fısır fısır bir şeyler konuşuyoruz, önemsiz bir şeyler. Onu seviyorum. Onun beni aynı şekilde sevip sevmediğini bilmiyorum. Bir yerlerden sevgilisi geliyor. Bizi öyle görünce ufak bir çığlık atıp kaçıyor. O da arkasından gidiyor. Sevgilisini sevdiğini biliyorum. Ona hissettiklerimi söylemek istiyorum ve bir süre onları görmemek. Kızın ağlamak için kaçtığı yerlerden biri olmadığını umarak, bildiğim bir balkona çıkıyorum. Bir süre bildiğim bir manzarayı izliyorum. Kulaklıklarımı takacağım sırada biri neşeyle bana sesleniyor, dönüp onları görüyorum. Kız bana olayı tamamen yanlış anladığını, bizim sadece arkadaş olduğumuzu bildiğini, özür dilediğini söylüyor. O gidiyor, kızla yalnız kalıyoruz. Bana dertlerinden bahsediyor. Hâlâ o'nun, sevgilisini değil de beni sevdiğini düşünüyorum. Kızın söylediklerine sıradan cevaplar veriyorum. O'na onu sevdiğimi söylemeye karar verip uyandım.
Ah ne yakışıklı bir adam, kafe'nin duvar kenarındaki bir masasında oturuyor. Çeşitli olaylardan sonra adamın yanına ben düşüyorum. Ben duvar kenarına yerleşebileyim diye sandalyesini azıcık öte tarafa ittiriveriyor. "Uzaklaşmayın." diyorum. Gülüyor. "Biraz votkaya ne dersiniz?" diyor, "Getireyim." diyorum. Babam kafenin sahibi. Kalkıp mutfağa gidiyorum, bardaklara yarısına kadar votka dolduruyorum, bunun bana ağır geleceğini düşünüyorum sonra, ama miktarı azaltmıyorum. Seyreltecek bir şeyler ararken hiç soda kalmadığını fark ediyorum, oysa limon ve soda kullanmayı düşünmüştüm votkaları koyarken. Orada önceden bir yudumunu içtiğim bir şişe açık soda var. Bardağın birine boşaltırken babam içeri, elinde alışveriş poşetleriyle, giriyor. "Soda kalmamıştı, almaya gittim." diyor. Duruyor. "Votka mı içiyorsun? Ben, soda yoksa tonik kullanacağını düşünürdüm."diyor. Hak veriyorum. İçki rafından toniği buluyorum, koyu kırmızı bir tonik. Bardaklara boşaltmamla birlikte votka-tonik vişne çürüğü bir renk alıyor. Bir votka-tonik bu kadar koyu renkte olur mu hiç diye düşünerek uyandım.
Hazırlanıp odadan çıkıyorum. Binada çok polis var. Tanıdık yüzlü bir polise "Neden binada bu kadar çok polis var? Kötü bir durum mu var, kızlara söylemeli miyim, odadan çıkıp kaçsınlar mı?" diyorum. "Neden böyle dediniz? Neden? Bir şey mi biliyorsunuz? Noldu? Buraya gelin. Üstünüzü arayacağız." diyor. "Sadece çok polis olduğunu gördüm. Üstümü arayabilirsiniz ama bir şey bulamayınca çıkmama izin vereceksiniz." diyorum. "Çıkmanıza izin veremeyiz. Tam kapının önünde dışarı çıkan herkesi elindeki bıçakla öldüren bir adam var. Dışarı çıkamazsınız." diyor. Bağırarak binanın içine kaçıyorum. Herkes bağırarak binanın içinde koşuyor. Hepimizi yemekhaneye alıyorlar. Hepimiz birer örnek gül kurusu rengindeki naylon jilelerle yere çökmüş titriyoruz. Yemek hazırlanıyor. Kıpırdamamıza izin vermiyorlar. Bir arkadaşım öne atılıp görevlilerin dikkatini dağıtırken biz yumurta çalıyoruz.
Sahne değişiyor. Odadayım. Odadan çıkıp giden kimse geri dönmüyor. Telefonumu aşağıdaki bıçaklı adam ele geçirmiş. Annemi aramaya çalışıyorum ama korkudan A harfiyle başlayan Anne dışındaki bütün numaralara teker teker basıyorum. Telefonumun ekranı kararıyor. "Panik yapıyorsun :)" diye bir mesaj beliriyor. Korkuyorum. Şimdi A harfiyle başlayan herkesin numarasını öğrendi diye düşünüyorum, ve annemi aramama izin vermeyecek. Evde olmak isterken uyandım.
Sahne değişiyor. Odadayım. Odadan çıkıp giden kimse geri dönmüyor. Telefonumu aşağıdaki bıçaklı adam ele geçirmiş. Annemi aramaya çalışıyorum ama korkudan A harfiyle başlayan Anne dışındaki bütün numaralara teker teker basıyorum. Telefonumun ekranı kararıyor. "Panik yapıyorsun :)" diye bir mesaj beliriyor. Korkuyorum. Şimdi A harfiyle başlayan herkesin numarasını öğrendi diye düşünüyorum, ve annemi aramama izin vermeyecek. Evde olmak isterken uyandım.
K., sevgilimin istemediğim bir şeyi. Belki diğer sevgilisi. Aslında önce E. biçiminde. Yatağında yatıyor. İçinde çift kişilik bir yatak, bir şifonyer ve küçük bir pencere bulunan küçük bir odadayız. Üstüne yürüyorum, elleri bana siper oluyor. Oysa daha ellerimde bıçak yok. Ellerini tek elimle kontrol altına alıyorum. Bıçağa uzanıyorum. "Yapma." diyor. Yapacağımı söylüyorum. Bıçağı tam kalbine sokuyorum. Çıkarıyorum. Kanın fışkırmasını bekliyorum, olmuyor. İki delik daha açıyorum. K.'ye dönüşüyor. Dört delik daha açıyorum. Çok güzel bir kadın. Kızıl saçları var. Doğruluyor. Hoşuna gitmeye başlıyor ölmek, elini göğsündeki deliklere götürüyor, kanını parmaklarının ucuyla silip burnuna götürüyor. "Koklasana. Çok güzel kokuyorum. Ölürken bile çok güzel kokuyorum." diyor. Koklamıyorum ama nasıl koktuğunu çok iyi biliyorum. Ölmek üzere. Pencereyi açıp açmamaya karar veremiyorum çünkü dışarıda çok rüzgâr var. Ama açmazsam bütün ev ceset kokar ve öldüğü hemen anlaşılır diye korkuyorum. Ona sormayı düşünüyorum, üşüyüp üşümeyeceğini. Öldüğü aklıma geliyor. Pencereyi açıyorum. Birini öldürdüğümü ve bunun sadece sevgilimi daha fazla görebilmek için olduğunu E.'ye söyleyip söylemeyeceğimi düşünüyorum. Söylersem iyi her arkadaşın yapacağı gibi beni adalete teslim eder. Ama o zaman sevgilimle vakit geçiremem ve bütün bu öldürme işi çok saçma olur. Söylememeye karar veriyorum. Sonra aklıma K.'nin de bir ailesinin olduğu ve muhtemelen cinayeti araştırmak isteyecekleri ve benim katil olduğumu tespit edecekleri geliyor. Hapse gireceğimden emin olarak uyandım.
E. bana yeni sevgilimle ilk buluşmamda eşlik ediyor. Bir otelde kalıyorum ve hazırlanmayı uzatıp sevgilimi lobide tam doksan iki dakika bekletiyorum. Sonra, taksici olan sevgilimin taksisiyle buluşmamıza giderken aramızda oturan E. (bana hazırlanmada oldukça yardım ettiğini de söylemeliyim) bana bir şeyleri açıklamam gerektiğini ima edercesine bakınca sevgilime dönüp "Ben bütün ilk buluşmalara geç kalırım. Sadece ilk buluşmalara ama." diyorum. O da, o zaman taksimetrede yazanı ödemem gerektiğini söylüyor ve E. ile birlikte bu fikre dakikalarca gülüyorlar. Taksimetre on altı lirayı gösteriyor. E. "Ben üç lira ödeyeceğim yani." diye gülüyor (Sanırım önceki bir esprinin devamı.). Kabul ediyorum ama ardından, ödersem eve dönüş paramın kalmayacağını anlıyorum. "Ödemeyeyim." diyorum. Sevgilim, "Sanki ödeteceğim." der gibi bakıyor. Ben hayali sigaramı yakıyorum ve bir nefes çekip külünü arabanın küllüğüne silkiyorum. Kül düşmüyor. Camı hafifçe aralayıp külü dışarıya savuruyorum. Sevgilim, "Oldu mu? Düştü mü o kül? Düşer mi öyle bir kere vurmayla?" diyor. "Camdan dışarı attım." diyorum. "Hayali sigara içmeyi bile beceremiyorsun. Kül o kadar hızlı oluşmaz bir kere." diyor. E. ona hak veriyor. "Bakın, içime çekmiyorum dumanı. Biliyorsunuz, astımım var. Kül o kadar çabuk oluşmuş olabilir bu yüzden." diyorum. Onları buna ikna etmeye çalışırken uyandım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)